İspat Külfetinde Mevsuf ve Bağlantısız Bileşik İkrar ayrımı

T.C. YARGITAY HUKUK GENEL KURULU

E. 2004/4-362

K. 2004/347

T. 9.6.2004

• MEVSUF İKRAR NİTELİĞİ VE İSPAT KÜLFETİ ( Davacıların Murislerince Davalılara Dava Konusu Paranın Borç Olarak Verildiği İddiası - Davalıların Davacılar Murisinin Kendilerinden Aldıkları Borcun Ödemesi Olduğu Savunması )

• BÖLÜNMEZLİK ( Davacıların Murislerince Davalılara Dava Konusu Paranın Borç Olarak Verildiği İddiasına Karşı Davalıların Sözkonusu Ödemenin Borç Olarak Alınmış Paranın İadesi Olduğu Savunmasının Mevsuf İkrar Niteliği - İspat Külfetinin Davacıda Olması )

• İSPAT YÜKÜNÜN BÖLÜNEMEMESİ ( Mevsuf İkrarda - Davacıların Murislerince Davalılara Dava Konusu Paranın Borç Olarak Verildiği İddiasına Karşı Davalıların Sözkonusu Ödemenin Borç Olarak Alınmış Paranın İadesi Olduğu Savunmasının Mevsuf İkrar Niteliği/İspat Külfetinin Davacıda Olması )

• İKRARIN MEVSUF İKRAR NİTELİĞİ ( Davacıların Murislerince Davalılara Dava Konusu Paranın Borç Olarak Verildiği İddiasına Karşı Davalıların Sözkonusu Ödemenin Borç Olarak Alınmış Paranın İadesi Olduğu Savunması - İspat Külfetinin İkrar Eden Davalıda Değil Davacıda Olması )

• BAĞLANTISIZ BİLEŞİK İKRAR NİTELİĞİNİN BULUNMAMASI ( Davacıların Murislerince Davalılara Dava Konusu Paranın Borç Olarak Verildiği İddiasına Karşı Davalıların Sözkonusu Ödemenin Borç Olarak Alınmış Paranın İadesi Olduğu Savunmasının Mevsuf İkrar Niteliği - İspat Külfetinin Davacıda Olması )

1086/m.236, 293

ÖZET :Birbirleriyle evli iken, 30.5.1999 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda iki gün arayla ölen ve ölüm tarihleri itibariyle davacıları mirasçı bırakan; davacıların oğlu Davut Yekta ve davalıların kızı Uğur Fazıla'nın, davalılardan Özhan'ın banka hesabına 25.1.1999 ve 26.4.1999 tarihlerinde, her biri 10.000 Amerikan Doları tutarlı iki ayrı banka havalesiyle toplam 20.000 Amerikan Doları gönderdikleri, paranın gönderilme nedeni hakkında herhangi bir açıklamanın bulunmadığı, bu paraların anılan davalı tarafından alınmış olduğu çekişmesizdir.

Davacılar, bu paraların miras bırakanlarınca davalı Özhan'a ödünç olarak gönderildiğini ileri sürmüş; buna karşın davalı taraf, paraların alındığını kabul etmekle birlikte, gönderilme nedeninin ödünç değil, daha önceki bir borcun ifası olduğunu savunmuştur. Böylece, davacıların bildirdiği maddi vakıanın ( havalenin ) varlığı davalılarca kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu savunulmuştur.

29.5.2001 günlü duruşma tutanağındaki ara kararından, Yerel Mahkemenin, davalıların yukarıda açıklanan savunmalarını bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirdiği ve her ne kadar, gerek önceki kararının ve gerekse direnme kararının gerekçelerinde bu yönden bir açıklama yoksa da, her iki kararın gerekçesini bu kabule göre oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalıların savunmalarının, usul hukuku bakımından mevsuf ikrar ( gerekçeli inkar ) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, kanıtlama yükünün hangi tarafa ait bulunduğu noktasında toplanmaktadır.

Karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğu bildirilir, fakat bunun hukuki niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğu öne sürülür ise, bu durum vasıflı ikrardır. Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarın ikrar eden aleyhine delil teşkil etmeyeceği, aksine o vakıayı ileri sürenin onu ispat etmesi gerektiği hukukumuzda genel olarak kabul edilmektedir. Vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) halinde lehine ikrar yapılan taraf ancak ispat yüküne yer değiştirmemek şartıyla diğer tarafın ikrarını bölebilir. Bağlantısız bileşik ikrarda; ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlılık yoktur. Bağlantılı bileşik ikrar ise vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl vakıa arasında bağlantı vardır. Yalnız vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde, bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonraki tarihte doğmuş olan bir vakıadır. Vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalılara ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.

DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Kadıköy Asliye 1. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen 14.6.2001 gün ve 2000/12-2001/601 sayılı kararın incelenmesi davalılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 6.5.2002 gün ve 2002/4436-5422 sayılı ilamı ile, ( ...Dava alacak istemine ilişkindir. Davacılar; murisleri tarafından davalılara 20.000 dolar borç verildiğini, ancak davalıların bu borcu ödemediklerinden alacak davası açmışlardır.

Davalılar; kendilerine banka havalesiyle gönderilen paranın borç olarak verilmediğini, aksine kendilerinin değişik zamanlarda davacıların murisine verdikleri borç paranın geri ödenmesi olduğunu savunmuşlardır.

Mahkemece davalıların bu beyanları bağlantısız bileşik ikrar olarak değerlendirilip, bölünebileceği kabul edilerek dava konusu edilen paranın daha önce verilen borcun geri ödemesi olduğunun davalı tarafça kanıtlanması gerektiğinden davalılara yemin teklif hakkı hatırlatılmış, davalıların teklif ettiği yemini davacıların eda etmesi nedeniyle de davalı savunmasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.

Oysa; karşı tarafın ileri sürdüğü vakıanın doğru olduğu bildirilir, fakat bunun hukuki niteliğinin iddia edildiğinden başka olduğu öne sürülür ise bu durum vasıflı ikrar ya da gerekçeli inkardır. ( Prof. Dr. Baki Kuru HMUK s.2052 ). Vasıflı ikrarın bölünemeyeceği, yani vasıflı ikrarın ikrar eden aleyhine delil teşkil etmeyeceği, aksine o vakıayı ileri sürenin onu ispat etmesi gerektiği hukukumuzda genel olarak kabul edilmektedir. Vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) halinde lehine ikrar yapılan taraf ancak ispat yüküne yer değiştirmemek şartıyla diğer tarafın ikrarını bölebilir. Bağlantısız bileşik ikrarda; ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile ikrar edilen vakıa arasında hiçbir bağlılık yoktur. Bağlantılı bileşik ikrar ise vasıflı ikrara benzemektedir. Çünkü her ikisinde de ikrar edenin ikrarına eklediği vakıa ile asıl ( ikrar edilen ) vakıa arasında bağlantı vardır. Yalnız vasıflı ikrara eklenen vakıa asıl vakıa ile aynı andaki veya ondan önceki bir vakıa olduğu halde bileşik ikrara eklenen vakıa asıl vakıadan sonraki tarihte doğmuş olan bir vakıadır.

Somut olayda davacılar 20.000 doların davalılardan tahsilini istemiş, davalılar ise paranın gönderildiğini ikrar edip bunun daha önce davacıların murisine verilen ödüncün geri ödenmesi olduğunu beyan etmiştir. Davalıların bu kabulü vasıflı ikrardır ve bu durumda gönderilen paranın önceki alacağa karşılık değil, borç olarak gönderildiğinin ispat yükü davacıya düşer ( Yargıtay HGK 26/8/2001 gün ve 2001/13-630 E., 2001/647 K. sayılı ilamı ). Dosyadaki bilgi ve belgeler birlikte değerlendirildiğinde davacı tarafın bu hususu ispatlayamadığı görülmektedir. Yerel Mahkemece 20.000 dolara ilişkin alacak isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile ikrarın bağlantısız bileşik ikrar olarak değerlendirilip buna göre de ispat yükünü davalı tarafa yüklemesi ve yemin teklif hakkını hatırlatıp teklif edilen yeminin eda edildiği gerekçesine dayalı olarak davanın kabulüne karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir ise de, hüküm onanmış bulunduğundan, davalıların karar düzeltme isteği HUMK'nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, onama kararı kaldırılmalı ve hüküm gösterilen nedenlerle bozulmalıdır... ) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle,yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

KARAR : Dava, davacıların miras bırakanlarınca davalılara ödünç olarak verildiği ileri sürülen paranın, ayrıca, murislerden birine ait olduğu halde davalılarca alınan paranın tahsili ve emaneten bırakılan ziynet eşyalarının teslimi istemine ilişkindir.

Davacılar Halit Taha Akbıyık ve Kadriye Akbıyık vekili, davacıların oğlu Davut Yekta, torunu Melisa ve gelini Uğur Fazıla'nın 30.5.1999 günü trafik kazası geçirdiklerini; Uğur Fazıla'nın kaza anında, torun Melisa'nın hastaneye kaldırılırken yolda, oğulları Yekta Davut'un ise iki gün sonra hastanede öldüğünü; bu durumda her üçünün miraslarının davacılara intikal ettiğini; Uğur Fazıla'nın anne ve babası olan davalıların, Bodrum'daki yazlık evlerini inşa için davacıların anılan murislerinden 20.000 Amerikan Doları borç para aldıklarını ve bu borçlarını ödemediklerini; öte yandan, muris Uğur Fazıla'nın seyahate çıkmadan önce muhafaza için davalılara bıraktığı mücevher ve takıların da iade edilmediğini, davalıların ayrıca Uğur Fazıla'nın çalıştığı şirketten ölüm sebebiyle maaş ve tazminat olarak 1.190.655.600 TL. aldıklarını ileri sürerek; takıların aynen iadesine veya bedelinin ölüm tarihinden itibaren faizi ile birlikte ödenmesine, murislerin davalılara borç olarak verdiği 20.000 ABD Doları'nın ölüm tarihinden itibaren libor faizi ile tahsiline, muris Uğur Fazıla'nın ölümü üzerine çalıştığı şirket tarafından davalılara ödenen 1.190.655.600. TL. nin de ödeme tarihinden itibaren faizi ile birlikte tahsiline karar verilmesini istemiştir.

Davalılar Belma Altuniğne ve Özhan Altuniğne vekili, dava dilekçesinde ileri sürülenin tersine davalıların Bodrum'daki yazlıklarının 12 yıl önce inşa edildiğini, sadece bazı onarımlar gördüğünü, davalıların bu onarım için kızlarından veya damatlarından para isteyecek kadar parasal sıkıntılarının olmadığını, davalı Özhan'ın, kızının ve damadının vefatından önce çeşitli vesilelerle ve özellikle Amerika'ya gidişleri esnasında ve akabinde ihtiyaç olduğu ve istenildiği için, onlara sonradan iade edilmek kaydıyla 20.000 Amerikan Dolarından fazla para verdiğini, davalı Özhan'ın hesabına havale yoluyla yapılan dava konusu ödemelerin, bu borcun geri ödenmesi amacıyla yapılmış olduğunu, o sırada davalının Bodrum' da olması nedeniyle, oradaki hesabına peyder pey havale yoluyla borcun ödendiğini; davalıların ellerindeki ziynet eşyalarının ve Uğur Fazıla ölümünden sonra maaş farkları olarak çalıştığı şirket yetkilileri tarafından davalıların evine gelinerek teslim edilen 1.190.655.600 TL nin iadesine de hazır bulunulduğunu, diğer taleplerin dayanaksız olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.

Yerel Mahkemece verilen; 25.1.1999 tarihinde 10.000 Dolar'ın Uğur Fazıla, 26.4.1999 tarihinde de 10.000 Dolar'ın Davut Yekta tarafından davalı Özhan'ın hesabına gönderildiğinin çekişmesiz olduğu, davalı tarafın bu paraların mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla gönderildiğini savunmasına karşın, murislere borç para verildiğine dair belge sunmadığı; her iki tarafın tanıklarının, kendilerini gösteren tarafı doğrular şekilde beyanda bulundukları, borç para verildiğine dair belgenin sunulamaması nedeniyle, murislere borç para verdiğini kesin olarak bilip bilmedikleri yönünden davacılara yemin teklif etme hakkı bulunduğunun davalı tarafa hatırlatıldığı, davalılar vekilinin teklifi üzerine, davacıların, murisleri tarafından davalılara 20.000 ABD Doları tutarında borç para verildiğini kesin olarak bildiklerine ve bunun murislere geri ödenmediğine dair yemin ettikleri gerekçesine dayalı, davanın kabulüne dair karar, Özel Dairece yukarıdaki gerekçeyle bozulmuştur.

Hemen belirtilmelidir ki, davaya konu ziynet eşyaları ve muris Fazıla'nın işverenince davalılara ödendiği ileri sürülen para yönünden, Hukuk Genel Kurulu önüne herhangi bir uyuşmazlık gelmemektedir.

Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, sadece miras bırakanlarca davalılara ödünç olarak verildiği ileri sürülen 20.000 Amerikan Doları konusundadır.

Birbirleriyle evli iken, 30.5.1999 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda iki gün arayla ölen ve ölüm tarihleri itibariyle davacıları mirasçı bırakan; davacıların oğlu Davut Yekta ve davalıların kızı Uğur Fazıla'nın, davalılardan Özhan'ın banka hesabına 25.1.1999 ve 26.4.1999 tarihlerinde, her biri 10.000 Amerikan Doları tutarlı iki ayrı banka havalesiyle toplam 20.000 Amerikan Doları gönderdikleri, paranın gönderilme nedeni hakkında herhangi bir açıklamanın bulunmadığı, bu paraların anılan davalı tarafından alınmış olduğu çekişmesizdir.

Davacılar, bu paraların miras bırakanlarınca davalı Özhan'a ödünç olarak gönderildiğini ileri sürmüş; buna karşın davalı taraf, paraların alındığını kabul etmekle birlikte, gönderilme nedeninin ödünç değil, daha önceki bir borcun ifası olduğunu savunmuştur. Böylece, davacıların bildirdiği maddi vakıanın ( havalenin ) varlığı davalılarca kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ileri sürülenden başka olduğu savunulmuştur.

29.5.2001 günlü duruşma tutanağındaki ara kararından,Yerel Mahkemenin, davalıların yukarıda açıklanan savunmalarını bağlantısız bileşik ikrar olarak nitelendirdiği ve her ne kadar, gerek önceki kararının ve gerekse direnme kararının gerekçelerinde bu yönden bir açıklama yoksa da, her iki kararın gerekçesini bu kabule göre oluşturduğu anlaşılmaktadır.

Bu durumda, bozma ve direnme kararlarının içerikleri itibariyle, Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, davalıların savunmalarının, usul hukuku bakımından mevsuf ikrar ( gerekçeli inkar ) mı, yoksa, bağlantısız bileşik ikrar mı olduğu; buna bağlı olarak, kanıtlama yükünün hangi tarafa ait bulunduğu noktasında toplanmaktadır:

Bu noktada ikrar kavramı hakkında şu açıklamaların yapılmasında yarar görülmüştür.

Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 236. maddesinde, taraflardan birinin ikrarının geçerli olduğu ve o taraf aleyhine delil teşkil edeceği belirtilmiş, ancak ikrarın tanımı yapılmamıştır. Öğretideki tanımlamalara göre ise, ikrar ( dar anlamda ikrar ), görülmekte olan bir davada, taraflardan birinin, diğer tarafça ileri sürülen ve kendisi aleyhine hukuki sonuç doğurabilecek nitelik taşıyan maddi vakıanın doğruluğunu kabul etmesidir. Yargıtay uygulamasında da, ikrara bu anlam yüklenmektedir. ( İkrar kavramının tanımı ve aşağıda ikrarın türlerine ilişkin olarak yapılan açıklamalar bakımından ayrıntılı bilgi için, Bkz: Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 6. Baskı Cilt: 2, Ankara 2001, sayfa: 2037 ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Hukuku, Cilt: 1-2, 3. Bası, Formül Matbaası, İstanbul 1984, Sayfa: 549 ve devamı; Prof. Dr. Necip Bilge, Medeni Yargılama Hukuku Dersleri, 3. Baskı, Sevinç Matbaası, Ankara 1978, sayfa: 510 ve devamı; Dr. Süha Tanrıver, Türk Medeni Yargılama Hukukunda İkrarın Bölünüp Bölünemeyeceği Sorunu, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, 1993/2, sayfa: 212 ve devamı. ).

İkrardan söz edilebilmesi için, bir tarafın bir vakıa ileri sürmüş olması, diğer tarafın da bu vakıanın doğru olduğunu bildirmesi gerekir. İkrarın konusu, ancak karşı tarafın ileri sürdüğü vakıalar olabilir. Bir tarafın, kendisinin ileri sürdüğü bir vakıanın doğruluğunu bildirmesi ikrar niteliği taşımayacağı gibi, karşı tarafın ileri sürdüğü hukuki sebepler de ikrara konu olamazlar.

 

Öğretide ve uygulamada ikrar, yapıldığı yere, kapsamına ve içeriğine göre türlere ayrılmaktadır.

Yapıldığı yere göre mahkeme dışı veya mahkeme içi ikrardan söz edilir. Mahkeme dışı ikrar takdiri, mahkeme içi ikrar ise kesin delil niteliğindedir.

Kapsam yönünden, ikrar, çekişmeli olan maddi vakıanın tamamını veya belli bir kesimini kapsayabilir. İlkinde tam, ikincisinde ise kısmi ikrar söz konusudur.

İçeriği itibariyle ikrar ya basit ( adi ), ya vasıflı ( mevsuf ) ya da bileşik ( mürekkep ) nitelikte olabilir. Vasıflı ikrara, gerekçeli inkar da denilmektedir.

Basit ( adi ) ikrar, karşı tarafça ileri sürülen bir vakıanın doğru olduğunun, herhangi bir kayıt veya şart bildirilmeksizin kabul edilmesidir. Basit ikrarda, onun konusunu oluşturan vakıalar artık tartışmalı olmaktan çıkarlar; dolayısıyla bunların ayrıca kanıtlanmasına gerek kalmaz.

Vasıflı ikrarda, ( gerekçeli inkarda ) karşı tarafın ileri sürdüğü maddi vakıanın varlığı kabul edilmekle birlikte, onun hukuki niteliğinin ( vasfının ) ileri sürülenden başka olduğu bildirilir.

Bileşik ( mürekkep ) ikrarda ise, bir tarafın ileri sürdüğü vakıa karşı tarafça bütünüyle kabul edilmekle; eş söyleyişle, vakıanın doğru olduğu ve bildirilen vasıfta bulunduğu kabul edilmekle birlikte, ikrara öyle bir vakıa eklenir ki, eklenen bu vakıa, ya ikrar edilen vakıanın hukuksal sonuçlarının doğmasını engeller ya da onu hükümsüz kılar. Bileşik ikrar, ikrara konu olan vakıa ile, ona eklenen vakıa arasında bir bağlantı bulunup bulunmamasına göre, bağlantılı bileşik ikrar ve bağlantısız bileşik ikrar olarak ikiye ayrılır.

Yukarıda da değinildiği üzere, öğreti ve uygulamada, ağırlıklı olarak, bağlantısız bileşik ikrar dışındaki ikrar türlerinin bölünemeyeceği, dolayısıyla, böyle durumlarda, ikrar edenin ispat yükü altında olmadığı kabul edilmekte, iddiasını ispatlama yükümlülüğünün, karşı tarafa ait olduğu benimsenmektedir.

 

Somut olay bu ilke ve kavramlar ışığında değerlendirildiğinde:

Davacıların, her iki havalenin de ödünç olarak davalılara gönderildiği yönündeki iddiası davalılarca kabul edilmemiş, tersine, bu paraların, daha önce davacıların murislerine borç olarak verilen paraların geri ödenmesi için gönderildiği savunulmuştur. Böylece davalılar, davaya konu paraların kendilerine gönderildiğini ( maddi vakıayı ) ikrar etmiş, ancak, bunların davacı tarafından ileri sürülen nedenle ( ödünç olarak ) değil, başka bir nedenle ( mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla ) gönderildiklerini savunmak suretiyle, vakıanın hukuksal niteliğinin ileri sürülenden farklı olduğunu bildirmişlerdir.

Davalıların, ikrar ettikleri maddi vakıanın hukuki vasfının ileri sürülenden farklı bulunduğunu bildirmeleri karşısında, somut olayda, basit ( adi ) veya bileşik ikrarın söz konusu olamayacağı çok açıktır. Zira, her ikisinin de temel koşulu, ileri sürülen maddi vakıanın ve onun hukuki vasfının birlikte kabul edilmiş olmasıdır. Bu nedenle, Yerel Mahkemenin, davalıların savunmasının bağlantısız bileşik ikrar niteliğinde bulunduğuna ilişkin kabulü isabetli değildir.

Vakıa kabul edilmekle birlikte, onun farklı bir hukuki vasıfta olduğunun ileri sürülmesi durumunda, vasıflı ikrardan söz edilmesi gerektiği ve vasıflı ikrarın bölünemeyeceği yukarıda açıklanmıştır.

O halde, somut olayda davalıların savunmaları, vasıflı ikrar ( gerekçeli inkar ) niteliğindedir ve bu ikrar bölünemez. Çünkü, vasıflı ikrarda kanıtlama yükümlülüğü, ikrar eden tarafa ( davalılara ) değil, vakıayı ileri süren tarafa ( davacıya ) aittir.

Bu durumda, davacı taraf, davaya konu paraların ödünç olarak gönderildiği yolundaki iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür; buna bağlı olarak, davalıların ödünç ilişkisini kanıtlama yükümlülükleri bulunmamaktadır.

Öte yandan, Borçlar Kanunu'nun 457 ve ardından gelen maddelerinde düzenlenmiş olan havale, hukuksal nitelikçe ( tıpkı onun özel biçimlerinden biri niteliğindeki çek gibi ), bir ödeme vasıtasıdır. Eş söyleyişle, havalenin, mevcut bir borcun ödenmesi amacıyla yapıldığı yolunda yasal karine mevcuttur. Bu yasal karinenin tersini ( havalenin borcun ödenmesinden başka bir amaçla yapıldığını ) ileri süren havaleci ( muhil ), bu iddiasını kanıtlamakla yükümlüdür. ( Havale kavramı hakkında geniş bilgi için bkz: Prof. Dr. Arif.B.Kocaman. Türk Borçlar Hukukunda Havale, Banka ve Ticaret Hukuku Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara 2001; Yargıtay'ın bu konudaki uygulamasına örnek olarak: 11. Hukuk Dairesi'nin 28.9.1992 gün ve 1991/1956- 1992/9316 sayılı kararı ).

Somut olayda, davacılar bu yasal karine karşısında, davalı tarafa yapılan dava konusu havalelerin, bir borcun ödenmesinden başka bir amaca yönelik bulunduğunu kanıtlama yükümü altındadır.

Başka bir ifadeyle, havale kavramından hareketle yapılacak değerlendirmeye göre de, somut olayda kanıtlama yükümlülüğü yine davacı tarafa aittir.

Hal böyle olunca, yerel mahkemenin, somut olayda kanıtlama yükümlülüğünü ters çevirerek, yemin teklif etme hakkını davalı tarafa hatırlatmak ve teklif edilen yeminin eda edildiğini gerekçe göstermek suretiyle hüküm kurması yanlıştır.

Nihayet, somut olay bakımından şu özel yönün de belirtilmesi gerekir: Davacıların murislerinden Uğur Fazıla davalıların kızı, Davut Yekta da damatları olduğundan HUMK. nun 293/1. maddesinin tanık dinletilmesine muvafakat ettiği hallerden biri mevcut olup, davacılar eldeki davayı bu murislerinin külli halefleri sıfatıyla açtıkları için, anılan yasa hükmü çerçevesinde ödünç iddiasını tanıkla ispat hakkına sahiptirler. Nitekim,bu yön Yerel Mahkemece de kabul edilmiş ve her iki tarafın bildirdiği tanıklar dinlenmiştir. Ne var ki, yine Yerel Mahkemece de kabul edildiği üzere, dinlenen tanıklar, kendilerini bildiren tarafı doğrulayacak şekilde beyanda bulunmuşlardır. Davacı tanıklarının beyanları zaman, yer ve olgular itibariyle ödünç iddiasını tam bir açıklıkla ve kuşkudan uzak şekilde ortaya koyamamıştır. Dolayısıyla, davacı taraf, ödünç iddiasını tanık deliliyle kanıtlayamamıştır. Ancak, dava dilekçesinde, "Sair kanuni delail" denilmek suretiyle, diğer deliller yanında yemin deliline de dayanılmış olduğunun kabulü gerektiğinden; ödünç iddiası hakkında yazılı delil sunamayan ve bu iddiasını tanık deliliyle de kanıtlanamayan davacı tarafın, bu yönden davalılara yemin teklif etme hakkı bulunmaktadır. Dolayısıyla, Özel Daire bozma kararında, davacı tarafın ödünç iddiasını kanıtlayamadığının kabul edilmiş olması yerinde değildir. O halde, Yerel Mahkemece, davacı tarafa, iddianın kanıtlanması bakımından davalılara yemin teklif etme haklarının bulunduğu hatırlatılıp, hasıl olacak uygun sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken; ispat yükü konusundaki yanılgılı değerlendirmeye dayalı önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Direnme kararı bu nedenle bozulmalıdır.

SONUÇ : Davalılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı H.U.M.K.nun 429. Maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 9.6.2004 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

yarx